SİYASİ İKTİDARIN YÖNLENDİRMESİYLE ŞEKİLLENEN 20. MEB ŞURA KARARLARI BİLİMSELLİKTEN UZAKTIR
“Cumhurbaşkanı himayesinde” Saray’da yapılan 20. Milli Eğitim Şurası tamamlandı. Milli Eğitim Şurası Genel Kurulu’nda, özel ihtisas komisyonlarında görüşülen 124 madde ile genel kurula sunulan 4 yeni öneri oylandı. Söz konusu 128 madde tavsiye kararına dönüştü.
Şûra, Saray’da düzenlendiği için, katılımcılar görüş almak için değil dolgu malzemesi olarak kullanmak amacıyla çağrıldığı için, böyle bir şuradan eğitimin bilimsel, laik, kamusal niteliğini güçlendirecek kararlar çıkmasını beklemediğimiz için Eğitim-İş olarak Şura’ya katılmadık ve sürecin sonunda haklı çıktık.
Daha Şuranın ilk günü Cumhurbaşkanı Erdoğan, açılışta yaptığı konuşmada, eğitime yönelik kararları baştan açıklayarak şuranın iradesine ipotek koymuştur.
Şurada alınan tavsiye kararlarına baktığımızda, Şuranın eğitimin ve eğitim emekçilerinin sorunlarına çözüm getirmediğini, öğrenci ve velilerin beklentilerini karşılamadığı gibi okul öncesi eğitimin tarikat ve cemaatlerin arka bahçesine dönüştürülme amacı taşıdığını görmekteyiz.
Temel Eğitimde Fırsat Eşitliği başlığı altında alınan kararların çoğu muğlak, belirgin olmayan, hedefi tarif etmeyen maddelerden oluşmaktadır. Özellikle okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılmasıyla ilgili önerilerde tam bir karmaşa göze çarpmaktadır. Örneğin 3. Maddede “ gezici öğretmen sınıfı, gezici sınıf, taşıma merkezi ana sınıfı”, 15. Maddede “gezici RAM”, 40. Maddede “okula özgü esnek bütçe”, 105. Maddede “mentorluk programları” ve 111. Maddede “eğitimlerin akreditasyonu” gibi ne anlama geldiği belli olmayan birçok ibare şura kararlarına yansımış görünmektedir.
Şurada, Eğitimin temel sorunlarına yönelik çözüm önerileri dile getirilmemiş, yalnızca sorunların çözülmesine yönelik temenni dile getirilmiştir. Bu da şuranın ne kadar hazırlıksız ve baştan savma gerçekleştirildiğinin bir göstergesi olarak kayda geçirilmelidir. Örneğin 99. Madde “öğretmenlerin teknoloji, uzaktan eğitim, harmanlanmış eğitim, çevrim içi psikolojik danışmanlık, özel eğitim ve kaynaştırma eğitimi, yabancı dil, bağımlılıkla mücadele, temel sağlık bilgisi, afet yönetimi ve acil durum eğitimleri almasından” bahsedilmiş ancak bunun planlamasına, yeri-zamanına ve hepsinden önemlisi maddi kaynağına değinilmemiştir. Oysa öğretmenlerin hem bir taraftan çalışıp hem ilgili maddede bahsedilen eğitimleri alabilmeleri mümkün değildir. Şura kararlarında benzer ciddiyetsizlikler bolca göze çarpmaktadır.
Hiçbir maddede teneffüs sürelerinin uzatılması, ödevlerin temel eğitimde ortadan kaldırılması ve ortaöğretimde de azaltılması, yarışmacı eğitim sisteminin sonlandırılması ve öğrencilerin başarılarına göre değil yeterlilik alanlarına yönelik bir eğitim almaları, sınıf mevcutlarının azaltılması, ikili eğitimin sonlandırılması gerekliliği vurgulanmamıştır.
“Beş yaş okullaşma oranının kısa vadede yüzde 100’e ulaştırılması için gerekli fiziki, beşeri ve mali imkanlar sağlanmalıdır. Ayrıca 3-4 yaş için de eğitime erişim imkanları artırılmalıdır. Daha erken yaşlarda 0-3 yaş bütüncül, kapsayıcı ve entegre bir yaklaşımla erken çocukluk eğitimine ve bakım hizmetlerine erişim sağlanması için çalışmalar yapılmalıdır” şeklindeki 1. maddede 5 yaşın okullaşmasının yüzde yüze ulaştırılmasıyla ilgili bir zaman planı yoktur. Hedef yalnızca 5 yaş olmamalı 3-6 yaş arasında ücretsiz yüzde yüz eğitim hedeflenmelidir.
25. Maddede “Rehberlik ve psikolojik danışma hizmetleri milli kültürümüz, medeniyetimiz ve evrensel değerler dikkate alınarak yürütülmelidir.” denilerek bir tavsiye kararı alınmıştır. Şuranın tamamına egemen olan eğitim bilim ilkelerinden habersiz olan anlayış burada da başını kaldırmış ve hem anlam olarak ve hem de işleyiş olarak her hangi bir değer ifade etmeyen bir karar ortaya çıkmıştır. Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri özünde danışanı genelde de öğrenciyi merkezine alan bir hizmettir. Tüm bunların yanında, 4+4+4 eğitim sistemine geçildiğinde ortaokullardaki rehberlik dersleri din derslerine yer açmak amacıyla kaldırılmıştır. Böylece siyasal iktidar aslında rehberliğe ne kadar önem verdiğini de dolaylı olarak ortaya koymuştur. Oysa ergenlik çağındaki çocuklarımızın en çok ihtiyacı olan derslerin başında rehberlik dersleri gelmektedir. Şurada buna yönelik bir karara rastlanmamıştır.
26. madde ise eğitimin özelleştirilmesiyle girilen açmazı hem ifşa etmiş ve hem de bu açmazı derinleştiren bir karar almıştır: “Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinin nüfus, ulaşım vb. kriterler dikkate alınarak belli merkezlerde yoğunlaşmasının önüne geçilmesi sağlanmalı ve hiç kurum olmayan yerleşim yerlerinde açılması özendirilmelidir.” Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri özel kuruluşlardır ve doğal olarak kâr amacı güderler, varoluşları gereği de kent merkezlerinde bulunurlar. Oysa eğitim özelleştirmeye kurban edilemeyecek kadar değerlidir. Hele ki konu “özel eğitime ihtiyacı olan çocuklarımız” ise.
37. maddede “Tüm eğitim kademelerinde, coğrafyaya uygun, eğitimi destekleyici oyun alanı ile okul bahçeleri oluşturulmalıdır. Fiziksel aktiviteyi artırmak amacıyla tüm çocukları kapsayıcı spor alanları oluşturulmalı ve bu alanda kullanılacak malzemeler sağlanmalıdır.” denilmektedir. Bu son derece doğru kararın ardında bazı imkânsızlıklar gizlidir. Özellikle büyük kentlerin merkezlerinde okul yapılacak arsa bulunamamaktadır. Bu yüzden birçok okul ikili eğitime devam etmektedir. Bu sorunun giderilebilmesi için de örneğin 34. Maddede “… şehir imar planları, kentsel dönüşüm ve toplu konut planlamalarında öncelikle okul öncesi eğitim ve ilkokul olmak üzere eğitim kurumları tesis edilmelidir.” denilmektedir. Oysa zaten planları yapılmış yerlerde arsa bulunamamaktadır. İkili eğitimin sonlandırılması ve spor alanlarının yapılabilmesi için tek yok kamulaştırmadır. Ancak AKP’nin politikaları kamulaştırma değil özelleştirme üzerinedir ve rant temelli daha çok yapılaşma öncelenmektedir.
42. maddede “Çocuk işçiliği, mevsimlik tarım işçiliği, göçmenlik gibi nedenlerle yaşanan devamsızlık ve okul terki sorunlarının çözümüne yönelik tedbirler geliştirilmelidir” denilmekte ancak bu tedbirlerin ne olduğu dile getirilmemektedir. Türkiye’de mevsimlik işçilerin yanında bulunan öğrencilerin okullaşma süreçleri on yıllardır çözüm bekleyen en büyük eğitsel sorunlardan biridir. Madde bu haliyle çocuk işçiliği meşrulaştırmaktadır.
Bir taraftan 46. Maddede “Öğrencileri bilim ve teknoloji ile deneyim yoluyla tanıştırmak, ilgi alanlarını çeşitlendirmek, bilimsel bakış açısı kazandırmak amacıyla bölgesel ve yerel bilim ve doğa merkezleri yaygınlaştırılmalı ve ilgili deneyim programları geliştirilerek uygulanmalıdır.” vurgusu yapılmakta ancak öte tarafta bilimsel eğitimle ilişkili olmayan din eğitiminin okul öncesine kadar yaygınlaştırılması kararı alınabilmektedir.
Ya da örneğin 47. maddede “Kırsal alandaki çocuklar başta olmak üzere öğrencilerin kültürel gelişimleri için tiyatro, sergi, müze gezisi ve benzeri kültürel faaliyetler kapsamında etkinlikler yapılmalı, gezici tiyatro, sergi vb. ücretsiz olarak düzenlenmelidir” denilmekte ancak çocuklara başta sanat özelde de tiyatro eğitimi verilmesiyle ilgili her hangi bir karara rastlanmamaktadır.
54.madde ise “Okullarda bulunan kütüphanelerin içerikleri zenginleştirilmesinden” bahsetmektedir. Oysa 2020 TUİK verilerine göre “32 bin 158 eğitim kurumu kütüphanesi olduğu” ama “24 bin 950 okulda hiç kütüphane olmadığı” sonucuna ulaşırız. Doğal olarak zenginleştirilmesi için öncelikle okullarımızda kütüphane olması gerektiği gerçeğiyle karşılaşırız.
55. madde ise “temizlik için hizmet alımından” bahsetmekte ve “Hizmetli personel sayılarının artırılması ve çalışma süresinin uzatılmasını” dile getirmektedir. Bu sayının ne olacağı ve çalışma süresinin ne olacağı gibi sorular bir tarafa, özellikle çocukların hijyenik koşullarda bulunması hizmet satın almakla değil kadrolu personel istihdam etmekle sağlanabileceği göz ardı edilmektedir.
59. madde dezavantajlı çocukların eğitime katılımlarının sağlanması için “STK’ler arasında etkili iş birliklerinin oluşturulacağı bir takip sistemi” kurulmasından bahsedilmektedir. Yalnızca dezavantajlı değil hiçbir çocuğun eğitime katılımı STK’lara teslim edilemeyecek kadar önemlidir. Ayrıca bu görev genelde devletin özelde MEB’in asli görevidir. Tüm bunların yanında STK’lar ibaresi, MEB’in sabıkası göz önüne alındığında açıkça tarikat-cemaat çağrışımını önümüze getirmektedir. MEB, düzenlediği şurada bile çocuklarımızı korumayı başaramayacağını açıkça ilan etmekte ve tarikatları-cemaatleri göreve çağıracak tavsiye kararlarının altına imza atmaktadır.
69. madde Ahilik kültürü ve fütüvvet geleneğinden bahsetmektedir. Ahilik çok önemli bir kurumdur ve Anadolu Selçuklu devlet örgütlenmesi zayıfladığında ve hatta ortadan kalktığında Anadolu’yu ayakta tutmayı başarmıştır. Bu örgütlenme içinde tarihe adını yazdırmış çok önemli toplum önderleri de çıkmıştır; Ahi Evran Veli, Şeyh Edebali, Abdal Musa, Ömer Sıkkini ve birçok ahi hem meslek örgütlenmelerini organize etmiş ve hem de düşünce önderi olarak yer edinmişlerdir. Ahiliğin tarihin koşulları içerisinde meslek öğreniminde toplumsal ahlakı önceleyen kuralları örnek alınabilir. Bunun yanında ihtiyaçların bir kısmının karşılanmasına yönelik toplumda bazı üretim sorunlarına yol açacak sınırlılıkları da olmuştur. Ancak Osmanlı tarihinin belli dönemlerinden itibaren devlet güdümüne girmiş ve canlılığını yitirmiştir. Konu tartışmaya açıktır.
62. madde ile 93. Maddeler arasında Mesleki Teknik Eğitim ele alınmıştır. Ancak burada akademik başarının nasıl artırılacağına dair hiçbir konuya değinilmemiş, sadece mesleki eğitimin kalitesi ve özel sektör işbirliği üzerinden yani özel sektörün ucuz işgücü ihtiyacını gidermeye yönelik kararlar tavsiye edilmiştir.
109. maddede “öğrencilerin ve eğitim çalışanlarının lisansüstü eğitim yapmaları desteklenmeli ve teşvik edilmelidir” deniliyor, “öğretmenlerin…” olması gerekir, madde yanlış yazılmış. Bu maddeden hareketle, böylesi bir desteğin nasıl olacağı, zaman planlaması, öğretmenin akademik eğitim alırken gireceği derslerin planlanması, üniversite ile işbirliği, yabancı dil sınavlarına hazırlık açısından ücretsiz kurs desteği sağlanması ve benzeri birçok konu havada kalmaktadır.
113. maddede “öğretmenlik meslek kanunu çıkarılmalıdır” denilmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şuranın ilk günü yaptığı açıklamalardan da anlaşılacağı üzere “ben yaptım oldu mantığıyla” hazırlanan ve müjde gibi sunulan Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun, öğretmenleri ayrıştırma planı olduğu açıktır.
Öğretmenleri “iyi ve kötü öğretmen” olarak ayrıştıracak, hatta veli ve öğrencinin öğretmene bakışını da olumsuz anlamda değiştireceği için toplumsal yan etkileri görülecek, eğitim kurumlarındaki çalışma barışını bozacak, öğretmenler arasına zararlı bir rekabet tohumu ekecek bu planın, öğretmenleri ve öğretmenliği yüceltmek gibi bir amacı yoktur. Zaten Milli Eğitim Kanunu’nda öğretmenliğin bir uzmanlık mesleği olduğu belirtilmişken, şimdi öğretmenlere uzman sıfatları verilerek ayrıştırılmaya değil, çalışma ve ücret koşullarının iyileştirilmesine ihtiyaç vardır. Öğretmenin yeni sıfatlara değil, emeğe değer veren bir bakış açısına ihtiyacı vardır. Ki bu bakış açısına öğretmenlere ve öğretmenliğe en çok zarar veren iktidarın sahip olmadığını kendi yaşadıklarımızdan açık biçimde biliyoruz.
115. maddede Öğretmen alımlarında “mülakatın kaldırılması” karar altına alınmış. Bunu olumlu bir gelişme olarak kaydetmek lazım. Ancak 116 maddede “İstisnai bir uygulama olan ücretli öğretmenlik koşulları iyileştirilmelidir” denilmektedir. İlk olarak Ücretli öğretmenlikte 100 bin öğretmen insanlık dışı koşullarda çalıştırılmaktadır ki bu istisnai olarak kabul edilemez. İkincisi ücretli öğretmenlik uygulaması kesinlikle kaldırılmalıdır, kadrolu öğretmen istihdamı acilen gerçekleştirilmelidir.
118. maddede öğretmenlerin ödüllendirilmesinin veri tabanlı olmasından bahsedilmektedir. Hem ödüllendirmenin ve hem de veri tabanlı olmanın ne anlama geldiği izaha muhtaçtır.
123. maddede “Öğretmenlik bir kariyer mesleği olarak düzenlenmelidir. Kariyer sürecindeki ilerlemelerde öğretmenlerin özlük haklarında anlamlı ve belirgin artışlar sağlanmalıdır” denilmektedir. Kariyer mesleği ne demektir? Özlük haklarında anlamlı ve belirgin artış ne demektir? Öğretmenlik mesleği tarihin en eski dönemlerinden beri var olan bir meslektir ve bu yüzden de kutsanır. Öğretmenlik mesleği bu özünden dolayı bir kariyer meselesine indirgenemez, rekabet ortamı yaratacak bir araç olamaz.
124. madde “Okulların yönetiminden sorumlu olan eğitim kurumu yöneticiliği ikincil görev olarak değil liyakat ve uzmanlık gerektiren yetki sorumluluk dengesi sağlanmış profesyonel bir meslek olarak düzenlenmelidir” şeklindedir. Okul yöneticiliğini profesyonel bir meslek olarak ifade ederken eğitimden kopartılmış bir profesyonellik mi kastetmektedir? Okul yöneticiliği hiçbir tartışmaya yer bırakmaksızın öğretmenlik mesleğinden gelen kişilerce yerine getirilmelidir.
Üç ihtisas komisyonunda müzakere edilip benimsenerek Genel Kurula getirilen maddeler dışında, teklif olarak sunulan 4 madde kabul edilmiştir.
Bunlardan biri “okul öncesi din eğitimi” önerisidir.
Bir sendikadan çok iktidarın eğitimdeki sesi olan ve bunun ödülü olarak da yönetici kadroları üyeleri arasından seçilen Eğitim Bir-Sen, Okulöncesi eğitimde din, ahlak ve değerler eğitimi derslerinin verilmesini gündeme getirmiş, Milli Eğitim Bakanı’nın onayı ve genel kuruldaki çoğunluğun oyuyla bu gerici öneri kabul görmüştür.
Üstelik oldu bittiye getirilen bu karar, şûranın kendi işleyişine bile aykırı biçimde dayatılmıştır. Bilindiği üzere; Şûralardaki işleyiş, önce komisyonların çalışmaları ardından komisyondan geçen maddelerin genel kurulda görüşülmesi ve oylanması üzerinedir. Eğitim Bir-Sen’in ilgili komisyona “Okulöncesi eğitimde din, ahlak ve değerler eğitimi verilsin” teklifi, komisyon başkanı tarafından “gündem maddeleri arasında yok” denerek reddedilmiştir. Komisyonda reddedilen bir maddenin şûranın genel kurulunda görüşülmesi teammüllere ve şuranın işleyişine aykırıyken, Eğitim Bir-Sen’in genel kurulda aynı öneriyi “Öğrenciler ve veliler istiyor” diyerek sunmasının ardından Bakan Özer’in onayıyla bu teklif, onay almıştır.
“4-6 yaş arası çocuklar böyle bir şeyi nasıl ister? Bu talebi ileten hangi veliler ve bu talepleri nereye iletmişler?” gibi basit soruları bile kendine sormaktan aciz bir çoğunluk, tam da şûranın karanlık ajandasına tabi olarak el kandırıp indirmiş ve bu rezil teklifi oy birliğiyle kabul etmiştir. Şûra’nın toplanmasından yaklaşık bir hafta kadar önce Eğitim-İş olarak bu tehlikeye dikkat çekmiş, uyarılarda bulunmuştuk. Bu Şûranın, Diyanet’in “4-6 yaş arası çocuklara din eğitimi vermeliyiz” açıklamasının ve 2022 yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’nda okul öncesi için “esnek zamanlı ve alternatif erken çocukluk eğitim modelleri oluşturulacak” ilanının hemen sonrasında toplanıyor olmasının manidar olduğuna vurgu yapmıştık. “Okulöncesi eğitim ile ilgili gerici bir yol döşeniyor. Bunun hazırlığı var” demiştik. Diyanetin Kuran Kurslarının okulöncesi eğitim kurumu gibi gösterilme tehlikesine dikkat çekmiştik. Şimdi geldiğimiz noktada saydığımız tüm bu kaygıların haklı olduğunu ve müsamereden hallice olan şûranın tam da bu nedenle toplandığını görüyoruz. Şûra’daki “Okulöncesi eğitimde STK’larla işbirliği” vurgusu da bu alandaki gericileştirmenin sadece Diyanet ile sınırlı kalmayacağını, vakıf/dernek adı altında faaliyet yürüten tarikatların da 4-6 yaş arası çocuklarımıza musallat edileceğinin sinyallerini veriyor. “Okulöncesi eğitim zorunlu olmasın, ücretsiz olmasın ama tarikatlar at koşturabilsin” kararlarıyla sona gelen şûra, bize ülkece yürütülmek istenen karanlık yolu gösteriyor. Bu korkunç senaryo, bu gerici plan hiçbir yanıyla kabul edilemez! Daha soyut düşünceyle yeni tanışan çocuklara cennet, cehennem gibi kavramları pompalamanın pedagojiyle, bilimle, vicdanla yan yana gelir bir tarafı yoktur. Bunun adı eğitim değil beyin yıkama olur. Ve bilinsin ki bu ülkedeki her çocuk için laik, bilimsel, kamusal eğitimi savunan Eğitim-İş olarak biz, bunun karşısında dimdik duracağız!
Bir diğer madde ise “Öğrencilere bilgisayar ve tablet vb. teknolojik aletlerde vergi indirimi sağlanmalıdır” şeklindedir.
MEB’in uzaktan eğitim sürecinde, ihtiyaç sahibi tüm öğrencilere bilgisayar/tablet sözü vermesine rağmen, bu maddeyle sadece vergi indirimine gidilecek olması vahimdir.
Bütün çocukların eğitim-öğretim imkanlarına erişimi konusunda var olan eksiklikler ivedi olarak giderilmelidir. OECD raporuna göre, Türkiye eğitim materyali eksikliğinde 35 ülke arasında 1. olmuştur. Türkiye’deki öğrencilerin sadece yüzde 66’sının bilgisayara erişiminin olduğu OECD raporunun çarpıcı başka bir verisidir. Sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı okullarda bulunan öğrencilerin bilgisayara erişimin oranının yüzde 40, avantajlı okullarda bulunan öğrencilerin ise yüzde 82 seviyelerinde bilgisayar erişimi olduğu görülmektedir. Bu oran farkı OECD ortalamasına göre oldukça yüksektir.
20. Milli Eğitim Şura kararları genel olarak değerlendirildiğinde, bilimsellikten uzak bir şekilde siyasi iktidarın ideolojik bakış açısıyla şekillendirildiğini görmekteyiz. Eğitim-İş olarak bilimsel, laik ve çağdaş eğitimin kalan kazanımlarını da zedeleyecek hiçbir kararı kabul etmeyeceğimizi, hem sınıfsal çıkarlarımızı hem Cumhuriyetin eğitim devriminin kazanımlarını savunmaya devam edeceğimizi belirtiyoruz.